7 Ağustos 2012 Salı

Arka odanın sarışın güzel kadınlarına... 
29/07/2012- RADİKAL 2
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1095724&CategoryID=42

Tarihin Arka Odası' da kendi arka odasındaki eril zihniyeti saklamayan, bilakis cinsiyetçi tartışma döngüsünden beslenen programlardan

Kadın bedeni, medyanın en çok metalaştırdığı figürlerden biri. Medyada kadın görünürlüğünün güzellik, gençlik ve cinsellik kısır döngüsüne indirgendiğini spor- magazin başta olmak üzere tüm haber türlerinden, köşe yazılarından, dizilerden, filmlerden ve reklamlardan tespit etmek mümkün. Kadına yönelik kalıp yargılar ve mitler öyle içselleştirilmiş ki liberal öğretinin savunduğu “sayısal olarak ekranda kadın görünürlüğünü arttırmak” bir çözüm olamıyor. 

Ekranın süsü olmak ya da olmamak 
‘Tarihin Arka Odası’ da kendi arka odasındaki eril zihniyeti saklamayan, bilakis cinsiyetçi tartışma döngüsünden beslenen programlardan. İnsan sormadan edemiyor: Hangi tarih, hangi bilim diye? Ama bu “tagazin” (tarih- magazin ) programının temel argümanı soruya gayet açık bir yanıt veriyor. Medyadaki diğer erkek egemen türler gibi, bu programda da “ciddi işler ve bilim erkeklerin işidir” varsayımı doğrulanmaya ve yeniden üretilmeye çalışılıyor. Bu önermeyi destekleyen maskot da şu sıralar sarışın güzel kadın Selin Barlas! Üstelik o konumundan memnun; bilerek ve isteyerek orada. Zira Türk televizyonlarının en uzun tarih programı olmanın haklı gururunu yaşayan bu enfes yapımda, programın efendisi tarafından “programımızın süsüdür, çok memnunum” diye anılmakta hiçbir beis görmüyor. Kendisine yapılan cinsiyetçi ötekileştirmeye çoğu kez sessiz kalıp annesinin “yabancı” oluşu nedeniyle yapılan yorumlarda daha gür çıkarıyor sesini. 

Arka oda yakışıklısı 
Elime sihirli bir değnek alıp ‘Tarihin Arka Odası’nda ufak bir değişiklik yapmak istiyorum. Şimdi karşımda değerli ve yaşını almış iki duayen kadın tarih araştırmacısı; bir de yakışıklı, genç tarih bölümü mezunu var. Kadınlardan biri “playboy” olarak yaftalayabileceğimiz genç erkeğe “oğlum”, “evet beyefendi” gibi hitaplarla sesleniyor; söylediği her sözle üzerinde hegemonya kuruyor. Erkek ağzını her açtığında kadınların dudaklarında alaycı bir tebessüm, “yine ne saçmalayacak da güleceğiz” diye bakan gözlerinde tecessüs... Erkeğin söylemi sayısal olarak analiz edildiğinde en çok söylediği cümlenin “lafımı bitirmeme müsaade eder misiniz?” olduğu gözleniyor. Erkeğe hitap şekli hep 3. tekil şahısla: “Bak, sen fikrini savunma hakkına sahipsin” gibi... Erkek ise hep 2. çoğul şahısla yanıtlıyor: “Siz”... Kabul edelim; bu manzara televizyon ekranlarında görmeye alışık olmadığımız türden. Çünkü bize kadının genç ve güzelinin, erkeğin ise deneyimli ve yaşlı olanının ekranda değer ettiği öğretildi. Çoğu zaman üzerinde bile durmadığımız, farkına bile varmadığımız, kanıksadığımız cinsiyetçi kodlara alıştık. 

Tarih tekerrürden mi ibaret? 
Özetle medyada kadın çalışan olmak da, medyaya kadın olarak konu olmak da zor. Çünkü kadının medyada var olma çabası, görece ciddi olması beklenen programlarda bile görsel bir süs aracı olarak orada olmaktan öteye gidemiyor. Bana kalırsa kadınların “arka odalar”a kapatıldığı tarihi dönemlerden çok da ilerlediğimizi söylemek mümkün değil. Ne dersiniz tarih tekerrürden mi ibaret? Yoksa medyanın dayattığı kadın rollerine itiraz etmenin, tersine çevirmenin zamanı geldi de geçiyor mu? 

BİLGE NARİN:   İstanbul Arel Üni., İletişim Fak., öğretim görevlisi

26 Nisan 2012 Perşembe

SOSYAL MEDYANIN ALAMETİ FARİKASI: TWITTER

                                                                                Nevsada, Mart-Nisan 2012

“Ne yapıyorsun?” sorusuna güncel yanıtlar vererek tanıdıklarla paylaşma amacıyla kurulan bir internet sitesi Twitter. Günümüzde ise “bugün dünya ile neyi paylaşmak istiyorsun?” sorusuna yanıt veren milyonlarca kullanıcının anlık mesaj paylaştığı popüler bir sosyal paylaşım ağına dönüşmüş durumda. Sitede160 milyonu aşkın kullanıcı günde 90 milyondan fazla mesaj yazıyor.
“Benim şu an ne yaptığımla kim ilgilenir ki?” diye sorabilirsiniz. Oysa Twitter bu sorunun anlamlı olabileceği düşüncesiyle 2006 yılında internet ortamında yerini alan bir sosyal paylaşım sitesi. Sizi takip eden herkesle 140 karakteri aşmayacak şekilde nerede olduğunuzu, ne yaptığınızı, düşüncelerinizi, duygularınızı paylaşabiliyor; başkalarının paylaşımlarını, şarkıları ya da haberlere ilişkin linkleri takipçilerinize iletebiliyorsunuz. Siz bakmayın The New York Times gazetesi yazarlarından Maureen Dowd’un Twitter’ı “sıkılan ünlüler ve liseli kızlar için yeni bir oyuncak” olarak nitelemesine… Site bugün dünya internet nüfusu dikkate alındığında her 10 kişiden 1’ine ulaşan bir sosyal ağa dönüşmüş durumda. Ünlüler, gazeteciler ve nihayetinde siyasilerin de sitede profil sahibi olmalarıyla birlikte Twitter, her geçen gün büyüyen bir sanal cemaate dönüşüyor.
140 karakterle sınırlı bu yeni iletişim biçiminin yerini gelecekte neyin alacağı ise merak konusu. Sözlü ve yazılı kültürün yarattığı evriminin geriye döndüğünü söyleyen araştırmacıların sayısı da hızla artıyor. Kim bilir, belki de insanların sözcükler yerine seslerle anlaştıkları ilk çağlara geri döneceğiz.


Dijital yerliler dijital göçmenlere karşı
İnternetin gündelik yaşamın bir parçası olduğu dönemde büyüyen dijital yerliler Twitter başta olmak üzere sosyal medyaya adapte olmakta hiç zorlanmıyor. Peki kimdi bu dijital yerliler? Hemen açıklayalım… “Dijital yerli” yaşı 18–25 arası değişen internet kuşağını betimlemek için kullanılan bir kavram.  Artık doğan her çocuk bilgisayar, internet, mobil teknoloji ve mp3 player gibi dijital teknolojilerle büyüyor ve “dijital yerli” olarak anılıyor. “Kuşak çatışması” dediğimiz olgu da dijital teknolojilere sonradan adapte olan ebeveynlerle yani “dijital göçmen”lerle, onların teknoloji donanımlı dijital yerli çocukları arasında yaşanıyor. 


Gündelik iletişimde sıklıkla gördüğümüz dijital yerli (çocuk/genç) ve dijital göçmen (baba) tartışması, günümüzün kuşak çatışması olarak karşımıza çıkıyor.

25 Nisan 2012 Çarşamba

AMERİKAN SALATASI VE TAKSİM CUMHURİYET ANITI


Yurt Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ ile söyleşiden bazı satır başları, tartışılacak bazı ifadeler:
  • Bu ülkedeki mevcut gerilimin kaynağı çok eskilere dayanır. “Felsefenin Tutarsızlığı” eserinin sahibi Gazali, insan aklına değil, nakle inanmıştır. İmam Gazali’nin sözlerini referans edinen pek çok yönetici sorgulamayı yasaklar. İtaat ve boyun eğmeyi vaaz eden bu anlayışı benimser. İbn Rüşd ise “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” adlı eserinde Gazali’nin fikirlerine karşı çıkarak içtihat ve yorum kapısını açmıştır. İnsan aklının özgürleşmesi gerektiğini söylemiştir. Batı İbn Rüşd’ü, Doğu ise Gazali’yi takip eder… Bin yıllık tartışmanın temeli budur.
  • Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak, onun kusurlarına sahip çıkmak demek değildir. İçinde “sınıf” sözcüğü geçiyor diye, Rıfat Ilgaz’ın ünlü “Hababam Sınıfı” romanı 12 Eylül döneminde yasaklandı.
  • Taksim Cumhuriyet Anıtı Mustafa Kemal yaşarken dikilen tek anıttır. Anıtın dört yüzü vardır. Yalnızca kendisi yoktur o anıtta. Kurtuluş Savaşı’na katılan pek çok kişi anıtta yer almıştır. Kendisinin ardında iki general vardır.  O generallerin üniformaları Rus Ordusu’na aittir. Sovyet generallerdir. Çünkü Ruslar kurtuluş mücadelesinde çok fazla yardımda bulunmuştur. Örneğin Atatürk’ün başında görülen kalpak Anadolu kıyafeti değildir. Kafkas kıyafetidir. Destek için Rusya’dan gelmiştir. Ne ilginçtir ki yıllar içinde Lozan’ı imzalamayan tek ülke olan ABD ile anlaşılmış, savaşta bu ülkeye yardım eden Ruslar düşman ilan edilmiştir. Dünyada ABD dahil hiçbir yerde “Amerikan Salatası” yoktur. Türkiye’nin dışında… 1950’den sonra “Rus Salatası”nın adı bile değiştirilmiştir. Cumhuriyetin kurucu güçleri bir sure sonra silahı maalesef yandaşlarına çevirmiştir.
  • İnönü’nün bu ülkeyi kötü yönettiğini düşünüyorum. Belki ülkeyi savaşa sokmamak önemliydi. Ama diplomatik cambazlığı pahalıya mal oldu. Önceleri Almanya kazanacak diye ordunun eğitimini Almanlar’a bıraktı mesela.
  • Anadolu topraklarında çocuklara “Yezid” ve “Muaviye” isimleri konulmaz… Kerbala Olayı’nı kınamak, acıyı paylaşmak için.


6 Mart 2012 Salı

CİNSİYETÇİ MEDYADA KADIN OLMAK

Nevsada / Ocak-Şubat 2012, Sayı: 1

Medyada kadın çalışan olmak zor. Kadın olarak habere, köşe yazısına, reklama kısacası medya metinlerine konu olmak da zor. Medyanın, bilinen bir deyimle, yaptığı her köftenin maydanozu artık kadın. Televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında, internet sitelerinde haberden spora, spordan dizilere, dizilerden reklamlara kadar her şeyde kadının cinselliğine dayalı bir süsleme var. Çoğu zaman üzerinde bile durmadığımız, farkına bile varmadığımız, kanıksadığımız cinsiyetçi söyleme göz atalım bu yazıda.  
Maskülen Medya Dili: Arka Sayfa Güzeli
Kadın habere konu olduğunda erkek egemen söylem kendini hemen belli ediyor.
Hepimizin bildiği bir kadın var hemen hemen tüm ulusal gazetelerimizde: Arka sayfa güzeli… Kadın bedenini metalaştıran, kadını sadece güzellikle özdeşleştiren bu ifadeyi artık hepimiz kanıksadık. En “ciddi” olarak adlandırdığımız gazeteler bile “moda sayfası” adı altında arka sayfayı çoğu kez güzel, zayıf ve mümkünse çıplak kadınlara ayırıyor.

Mecliste Derin Dekolte
Siyasi haberler söz konusu olduğunda durum değişmiyor. Habere konu olan kişi kadınsa, haber “başka türlü” kotarılıyor. Siyasi seçimlerin öncesinde, aday eğer bir kadınsa haberin merkezine "anne oluşu" ve "iyi bir ev hanımı oluşu" gibi kadına özgü özellikleri oturtuluyor. Planları, vaatleri, siyasi ve toplumsal mesajları görmezden geliniyor. Oysa aday erkekse iş yaşamı, hedefleri ve başarıları gündeme getiriliyor.

Eh bir de kadın siyasetçi güzelse, hemen “mecliste derin dekolte” başlıkları, iki kadın siyasetçinin aynı renk ayakkabı giyerek “pişti oldukları gibi içi boş, magazinel siyaset haberleri gözümüze çarpıyor. İşin aslı, herhangi bir mesleği yapan, habere konu olan kişi "kadın" olduğunda medyada mutlaka sıfat olarak karşımıza çıkıyor. Teröristin de kadın olanı “3’ü kadın bilmem kaç terörist” olarak haberleştiriliyor.

Tecavüzün Cinsiyeti
Kadına yönelik sorunlu dilin kullanıldığı diğer bir haber türü tecavüz haberleri. Özellikle muhafazakar sistemlerde seks ve çıplaklığı gösterebilmek adına ruhsat gibi kullanılıyor bu haberler. Mağdurun kimliği deşifre edilip, suçlu korunuyor.

“Erkek Gibi” Oynayalım
Sporun medya dili de tahmin edeceğiniz gibi “erkekçe”. “Türk gencin başarısı” başlıklı bir haber mi gördünüz? Biliniz ki “o genç” bir erkek. Çünkü başarı kadınınsa cinsiyete dair bir ifade mutlaka eklemleniveriyor haber metnine: İşte karşınızda “Türk kızı”, “filenin sultanları”, “potanın melekleri”!

Boşuna değil “büyük” spor yorumcularının, sporu özellikle de futbolu erkek tekelinde görmeleri… En popülerleri “kız takımı gibi oynuyorlar” demekten; “Fenerbahce Sevilla’yı elerse bikini giyerim” diye iddialaşmaktan geri durmuyor.

Reklamlarda Kadın Temsili
Haberler kadar cinsiyetçi bir başka medya metini de kuşkusuz reklamlar.  Deterjan reklamları kadına biçilen ev içi rollerin bir yansıması adeta… Birbirleriyle çamaşır beyazlatmada yarıştırılan kadınlar mı ararsınız, kurtarıcı olarak sunulan teknolojik erkek reklam kahramanları mı? Mesaj ise hep kadınlara yönelik: “Hanımlar, iki çitileyin çamaşırlar tertemiz olsun!”, “Ayşe teyzeden ders alın”, zarif elleriniz bulaşıkla zarar görmesin!

Üstelik daha küçücük yaşta alışıyoruz medyanın dayattığı kadın rollerine. Bir çikolata reklamında 3-5 yaşlarında bir erkek çocuğun evcilik oyunu oynarken, oyundaki karısına “bugün ne yemek yaptın?” diye sorması; aynı yaşlardaki bir kız çocuğun da “dışarıdan söyleyelim” diyerek çikolata sipariş vermesi hepimize sevimli geliyor. Erkeğin para kazanması, kadının ise yemek yapmak gibi ev işlerini üstlenmesi gerektiğini gülerek onaylıyoruz adeta.


Babıâli’de Topuk Tıkırtıları
Günümüzde basın için bir merkez kabul edilen “Babıâli” artık tarih oldu. Gazetecilik plazalardan yapılan bir mesleğe dönüştü. Ama Azize Bergin’in “Babıâli’de Topuk Tıkırtıları” adlı kitabında etkileyici bir uslüp ve ironik bir anlatı ile dile getirdiği medyada kadın çalışan olmaya dair sorunlar da halen devam ediyor.

Medyada Çalışan Kadın Olmak
"Medyada erkek olmak"tan öyle ya da böyle farklı bir "olmak" hali, medyada çalışan kadın olmak.
"Regl dönemleri sorunlu oluyor" ya da "Hamile kalır, işi yarıda bırakır" düşüncesiyle işe dahi alınmamaktır. Sırf bu gerekçelerle, bir işe erkek elemanla aynı anda başvurduğunda, daha ilk dakikadan bir sıfır yenik duruma düşmektir.
Fiziksel ve sözel tacizlere aldırmadan işinizi yapmanız gerekir sonra...
Cinsel haz "nesne"si olarak görülmek; "özne"liğini ispat etmek zorunda olmaktır, medyada çalışan kadın olmak...
Hemcinslerinin bile "kadın estetik gözüküyor diye haberde, reklamda çıplak kullandık!" demesine isyan etmektir.
Yaptığı işle değil giydiği kıyafetle, saçının rengi ile anılmaktır.
Hep daha çok çalışmak, hep daha fazla enerji tüketmek zorunda kalmaktır.
"İçi boş", "lay lay" konularla ilgili yazması beklenmek, ciddi meselelerden uzaklaştırılmaktır.
Genç ve güzelken ekranların yüzü olup, medyamızdaki “anchorman”lerin aksine çoğu kez yaşlanınca gözden düşmektir.
Bir televizyon kanalı, bir başka kanaldan biriyle evlendiğinde “Falanca kanaldan kız aldık” başlıklarıyla anılmaktır. Bir tarafın aldığı, bir tarafın verdiği bir nesne gibi görülmektir.
Velhasıl zordur medyada hem kadın çalışan, hem de kadın olarak konu olmak...

Kaynakça
Aydoğan, Hatice, Medyada Kadın, Ceylan Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Bergin, Azize, “Babıâli’de topuk Tıkırtıları”, Epsilon, İstanbul, 2004.
Gökulu, Gökhan, “Kramponlu Mehmetçikler- Medya’da Futbol Haberlerinin Sunumunda Fanatizm ve Milliyetçilik”, Cogito, Sayı: 53,  YKY, İstanbul, Kış 2007.