29 Kasım 2013 Cuma

İLETİŞİM ARAŞTIRMALARINDA ELEŞTİREL YAKLAŞIMLARA YÖNELİK BİR ÖZET


"İnsanların paradigmalar hakkında düşündüğü kadar, paradigmalar da insanlar hakkında düşünür.” 

Stuart Hall

İletişim bilimleri alanında çalışan ve yeterlik aşamasına gelen çok sayıda arkadaşım için onlarca kitap içerisinden bir özet, bir temel mantık haritası çıkarmak bunaltıcı olabiliyor. Bu nedenle çeşitli kuram kitaplarından derlediğim bir metni bir kurtarıcı, bir yol gösterici olarak blogumda paylaşmak istedim. Elbette her bir başlık üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Ama kısıtlı süreli sınavlar için bu metin bir yol gösterici olabilir. Özellikle hazırladığım tablonun işinize yarayabileceğini umuyorum. 

Bir iletişim araştırmasında “ne”yi araştıracağımız sorusunun en temel düzeyde üç yanıtı bulunmaktadır: Üretim aşaması, izleyici ya da metin. Kuramlar doğruluğu kısmet doğrulanmış varsayımlar dizgesidir. İletişim araştırmalarında ise liberal ve eleştirel olmak üzere iki yaklaşım alanı değerlendirirken göze çarpmaktadır. Bu yaklaşımlar çerçevesinde “nasıl” analiz yapacağımızı belirleyen ise yöntemler olmaktadır. Bir başka ifadeyle yöntem, kuramsal pozisyonumuzun ele alınış yoludur.
Eleştirel yaklaşımların temel dinamiklerini ve görüşlerini açıklamak için öncelikle bir tablo aracılığıyla kuramların temel kavramlarını, araştırma birimlerini/nesnelerini, yöntem ve tekniklerini, önemli temsilcilerini, iktidarın/tahakkümün kaynağını nerede aradıklarını ya da arayıp aramadıklarını, bu kuramsal yaklaşımlara yönelik eleştiri noktalarını saptamak bütüncül bir bakış açısı geliştirmek açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle bir sonraki sayfada yer alan tabloda bu dinamiklere ilişkin temel farklar ortaya konulmaya çalışılacak, ardından eleştirel paradigma ayrıntılı olarak ele alınacaktır.


LİBERAL YAKLAŞIM
ELEŞTİREL YAKLAŞIMLAR
Eleştirel Ekonomi Politik Yaklaşım
Kültürel Çalışmalar
Yapısalcılık
Postyapısalcılık
Araştırma Birimi/Nesnesi
Üretim-Metin-İzleyici
Üretim Aşaması
(Kapitalist üretimin tarzının yapı ve dinamikleri)
Metin
ve İzleyici (Alımlayıcı)
Metin
Metin ve İzleyici
Yöntem ve Teknikler

Etki araştırmaları, görgül-davranışçı araştırma teknikleri, içerik analizi
Eleştirel Ekonomi Politik Analiz
Söylem Çözümlemesi (Metin), Alımlama Araştırması (İzleyici)
Yapısal Analiz
(Göstergebilim)
Yapıbozum ve Soykütüğü
(Sabit bir yöntem yok)
İktidarın/Tahakkümün  Kaynağı

Bir iktidar algısı yoktur. İktidar dağılmıştır. Rekabetçi ortamda bireyler eşittir.
Sınıf
(Hakim Sınıf)
Kapitalist Sınıf
Yalnızca sınıf değil, ırk ve cinsiyeti de içine alan çoklu iktidar kaynaklarına vurgu
Bir iktidar kaynağı kavramsallaştır-ması yok.
İktidar  her yerdedir (Foucault)
Temel Kavramlar




Etki, kullanım/doyum, çizgisel iletişim anlayışı, medya pluralizmi, halk ne istiyorsa onun verildiği varsayımı, iki aşamalı akış
Sömürü düzeni,
Kapitalist üretim tarzı,
Deregülasyon,
 Bağımlılık,
Merkez-Çevre
Üretim İlişkileri
Anlam, temsil, söylem, alımlama, kodlama, kod-açımı, kültür, egemen, karşıt, müzakereli okuma,
Yaratıcı özneye hümanist vurgu
Yapı, dil, artalan
Doğrunun görelileşmesi ,
Öznenin ve anlamın çokluğu,
Öznenin tutarsızlığı,
Metinlerarasılık
Eleştiri Noktaları

- Aracı elinde tutanların niyetlerini görünmez kılar ya da idealize eder (halkın yanındaki idealist gazeteci gibi),
- Metnin anlamın saf taşıyıcısı olduğuna inanır
-Komplocudur
-Metin ve alımlama pratiklerini dikkate almaz
-Ekonomik indirgemecidir

-Üretim dinamiklerini ve kapitalist üretim tarzını göz ardı eder.
-Birbirinden dağınık izleyicinin mikroskobik davranışlarına abartılı ilgi
-Dil indirgemecidir
-Kültürü öznenin pratiklerinden soyut bir düzleme yerleştirir
-İktidar kavramını yok sayar Tarihsizleştiricidir
-Sabit bir yöntemsel tutarlılıktan yoksun
-İktidarı dağıtarak liberallerle aynı noktaya düştüğü konusunda eleştirilir
Önemli Temsilciler
Lasswell, Lazarsfeld, Katz, Klapper, Hovland ve Arkadaşları
Garnham ve Murdoch (Avrupa)
Schiller ve Chomsky (ABD)

Stuart Hall, Raymond Williams, Hogart
Sausure, Lewi-Straus, Barthes
Michel Foucault, Derrida
Tablo-1: İletişim Araştırmalarına Yönelik Temel Harita

Eleştirel yaklaşımlara ilişkin temel tartışmalara geçmeden önce “Araçsalcı Marksist Yaklaşım” üzerinde de durmak yerinde olacaktır. Araçsalcı Marksist Yaklaşım, Marksizmin  “alt yapı-üst yapıyı belirler” argümanından hareketle, medyanın üretim araçlarını elinde bulunduranların görüşünü yaydığını, hakim sınıfın görüşlerinin bir aracı olduğunu kabul eder. Bu yaklaşıma göre mülkiyet ve kontrol eşittir. Bu yaklaşımın ilk temsilcilerinden biri Miliband’tır. Araçsalcı Marksist Yaklaşım, ekonomik belirlenimci doğası nedeniyle eleştirilir. Yalnızca kapitalist üretici sınıfın ilişkilerine odaklanır. Gazete sahipleri ve reklam verenlerin taleplerinin içeriği belirlediğini söyler. Farklı okuma/alımlama biçimlerini yok sayar. Yine bu yaklaşıma yönelik en büyük eleştiri noktalarından biri şöyle dile getirilir: Eğer mülkiyeti alıp, başka bir sınıfa versek (mesela İşçi sınıfına) medyaya ilişkin tüm sorunlar ortadan kalkar mı? Bu sorunun yanıtı yapısalcı eleştirel yaklaşımlar için “hayır”dır. İdeoloji başka dinamikler altında incelenmelidir.

a)      Frankfurt Okulu
İletişim Araştırmalarında eleştirel yaklaşımların ilk kez Frankfurt Okulu ile gündeme geldiği söylenebilir. Frankfurt Okulu temsilcileri dönemin hakim ideolojisiyle çatışan bir görünüme sahiptir. 1923 yılında Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü olarak kurulan okul, 1933 yılında Hitler’in egemenliği ele geçirmesi ile ABD’ye taşınmış, 1937 yılında yeniden Frankfurt’a dönerek çalışmalarını orada sürdürmüşlerdir. Dönemin hakim iletişim araştırmaları geleneği (liberal yaklaşım) gibi Frankurt Okulu temsilcileri de kitle iletişim araçlarının etkilerinin güçlü olduğunu söyler. Ancak önemli bir farkla… Liberal yaklaşım, “Kitleler uyuyor ve kitle iletişim araçları buna destek veriyor. Bu araçları kullanarak onları daha fazla nasıl etkileriz?” sorusu etrafında propaganda ve etki araştırmalarına yönelirken, Frankfurt Okulu “Kitleler kitle iletişim araçlarından gelen mesajların içi boş, adi içerikleri ile uyuyor, onları nasıl uyandırabiliriz?” karamsarlığına sahip olmuşlardır.
Frankfurt okulunun alana yönelik önemli kavramsallaştırmalarından biri kitle kültürü yerine kullandıkları kültür endüstrisi kavramıdır. Bu vurgu önemlidir. Böylece kitle iletişim araçlarından gelen mesajlarla oluşturulan kültürün kitleler tarafından üretilmediğini, hakim sınıfın ideolojik niyetleri ile oluşturulmuş ürünler olduğunu vurgulamışlardır. Walter Benjamin, Mekanik Yeniden Üretim Çağı’nda Sanat adlı eserinde çağdaş sanat eserlerinin teknolojik üretimi ile sanatın özünün/aurasının, otantikliğinin kaybolduğunu söyler. Adorno ve Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği adlı eserlerinde seçkinci/elitist kültürün eleştirel düşünceyi ürettiğini, aydınlanma felsefesinin eleştirel düşüncesinin kitle ürünleriyle yok olduğunu basit, adi bir içeriğin akmakta olduğunu belirtir. Marcuse ise, Karşı Devrim ve İsyan adlı eserinde liberalizm ve faşizmi karşılaştırır. Ona göre liberalizm rekabetçi, faşizm ise tekelci döneme tekabül eder ve aralarında ciddi bir fark yoktur. Yine “boş zaman” kavramına değinen Marcuse, boş zamanın da kapitalist dinamiklerce doldurulduğuna işaret eder. Temsilcilerin görüşlerine göre kitleler, tiranların peşinden sürüklenebilecek, her türlü içi boş içeriği tüketerek mevcut eserlerin ötesine yeni düşünsel pratikler geliştiremeyecek pasif yapıdadırlar.  Okula yönelik en büyük eleştiri, dünya savaşları arasındaki toplumsal dinamikleri analiz etmekle birlikte, kurtuluşa yönelik bir reçete koyamamış olmalarıdır. Ayrıca özellikle Ortadoks Marksistler tarafından, ekonomik belirlenimi göz ardı ettikleri gerekçesiyle revizyonist olmakla eleştirilirler.     
           
            Tablo-1’de gösterilen eleştirel iletişim araştırmalarına ilişkin tartışmalara geçmeden önce, bu yaklaşımlardan ikisi olan Kültürel Çalışmalar ve Eleştirel Ekonomi Politik Yaklaşım’a yönelik bir tespit yapmak yerinde olacaktır. Her iki yaklaşımda medyanın gücünün ideolojik olduğunu söylerken; Kültürel Çalışmalar bu ideolojiyi medya metinlerinde, Eleştirel Ekonomi Politik Yaklaşım ise kapitalizmin üretim dinamikleri ve üretim yapısı üzerinde aramaktadır.

b)      Kültürel Çalışmalar:
Bu yaklaşım etrafında gelişen iletişim araştırmalarında anlam ana meseledir. 20. yüzyılda dilbilimden antropolojiye,  çok çeşitli disiplinlerin uğrak ve disiplinlerarası çalışma alanı olan bu yaklaşımda üretim yapısı ve süreçleri yerine metin ve alılmayıcı (izleyici) araştırma nesnesi olarak kabul edilir. Yaklaşım liberal yaklaşımın temelini oluşturan yapısal işlevselci sosyolojik tahrifata maruz kalmamıştır. Yaklaşımın yaratıcı özne üzerine hümanist bir vurgusu vardır. Yaklaşımın önemli temsilcilerinden Stuart Hall’e göre “anlam okurun medya metnini okuduğu anda gerçekleşir.”     
Yaklaşım, iktidarın kaynağını metinlerde ararken yalnızca “sınıf”ı temel almaz. Irk ve cinsiyeti de dahil eden çoklu bir iktidar kavramsallaştırmasına gider. Kaldı ki “cinsiyet ve ırk” kapitalist sınıf doğmadan önce de mevcut olan problematiklerdir.
Metin analizinde söylem çözümlemesi yöntemini kullanan bu yaklaşım ideolojinin metinlerde nasıl temsil edildiğini, hangi söylemlerin başatken, hangilerinin görünüşe gelemediğine ışık tutar. Anlam bağlamı ile birlikte kurulur. Temsil anlamın dil aracılığıyla inşa edilmesidir.
Kültürel Çalışmaların alımlama araştırmalarına David Morley’in Family Television çalışması örnek olarak gösterilebilir. Farklı ailelerin televizyon izleme pratiklerini analiz eden Morley, kumandayı kimin elinde bulundurduğu, hangi kanalın ne kadar süreyle izleneceğine kimin karar verdiğine bakmıştır. Vardığı sonuç, cinsiyetçi dinamikleri gözler önüne serer. Karar mekanizması erkek egemendir.
Kültürel Çalışmalar’ın alımlama araştırmalarına yönelik bir eleştiri noktası izleyicilerin takip edildiklerini bildiklerinde farkı tepkiler verebildikleri, gerçekte yaptıkları davranışlardan uzaklaştıkları şeklindedir. Ayrıca Kültürel Çalışmalar yaklaşımı, üretim dinamiklerini ve kapitalist üretim tarzını göz ardı eder. Ayrıca birbirinden dağınık halde bulunan izleyicinin mikroskobik anlam üretim pratiklerine olan ilgisi abartılı bulunur. 
Kültürel Çalışmalar geleneğinin önemli temsilcilerinden Stuart Hall, izleyicilerin alımlama pratiklerini açıklarken egemen, müzakereli ve karşıt okuma biçimlerinin potansiyelinden söz etmektedir. Bu okuma biçimlerinin somut düzlemde ne ifade ettiklerini bir örnekle açıklamak yerinde olacaktır. Deprem sonrasında iktidarın “devletimiz bütün yaraları saracaktır” söylemini düşünelim. İzleyici “Allah devletimize zeval vermesin.” şeklinde bir alımlama/okuma pratiği gerçekleştiriyorsa, egemen okuma yapmaktadır. “Neden hala benim evim onarılmadı. Bu sözler gerçek değil mi?” diye sorgulamaya başlamışsa müzakereli okuma yapmaktadır. “Asıl sorun devletin yaptığı evlerin depremde yıkılması ve iktidarın bu evlere ruhsat vermesi” şeklinde bir düşünsel pratik geliştiriyorsa, karşıt okumanın yapıldığını söylemek olasıdır. 

c)      Ekonomi Politik Yaklaşım
Eleştirel yaklaşımların bir diğer konu olan ekonomi politik, ideolojiyi üretim ilişkilerinde ve kapitalist üretimin yapısal koşullarında arar. Amerika’da ve Avrupa’da iki farklı gelenek etrafında gelişmiştir.  Avrupa’daki temsilcileri Schiller ve Chomsky’dir. Schiller, ABD tarafından üretilen medya içeriklerine diğer ülkelerin kolay kolay karşı koyamadıklarını, bu türlerin tüm dünyaya transfer edildiğini söyler. Ona göre daha iyi bir yayıncılığın kuralı daha az tecimsel ve eğitici programlardan geçmektedir. Oysa ABD’de pek çok medya içeriği öncelikle federal hükümetin, daha sonra ise savunma sanayinin güdümündedir. Bu güdümün çok şiddetli ve 24 saat süreyle olduğunu söyleyen Chomsky’e göre kitleler sürekli olarak propagandaya maruz kalmaktadır. Chomsky’nin görüşleri komplocu olduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir.  
Avrupa’daki geleneğin temsilcileri olan Garnham ve Murdoch ise ekonomik indirgemecilik iddialarından uzaklaşmak adına ampirist (görgül) çalışmalarla bir uzlaşı arayışına girmiştir.
Son dönem bu yaklaşım etrafında yapılan çalışmalarda deregülasyon politikaları (kuralsızlaştırma, serbestleştirme. Her türlü kütürel ürünün alınıp satılan meta haline gelmesi), sayısal uçurum ve bağımlılık teorileri başı çekmektedir.
Sayısal uçurum, kitle iletişim araçlarına ulaşmada gelişmiş ve geri bırakılmış ülkelerdeki farklılığa işaret eden bir kavramdır.  Modernleşmenin ön koşulu olarak, geri bırakılmış ülkelerin kitle iletişim araçlarını transfer etmeleri öngörülmektedir. Oysa mevcut altyapı koşullarına sahip olmayan bu ülkeler gelişmiş ülkelere bağımlı hale gelmektedir.
            Eleştirel ekonomi politik yaklaşım medya metnini ve izleyicinin alımlama pratiklerini dışarıda tutarak genel anlamda ekonomik belirlenimci olduğu, komplocu olduğu gibi gerekçelerle eleştirilmektedir.

d)      Yapısalcılık
 Dil bilim çalışmaları etrafında külütürel bir analizi öngören yapısalcılık Althusser’ci Marksizm anlayışına dayanmaktadır. Bu noktada Althusser’in ideoloji kavramsallaştırması ve “son kertede ekonomik belirlenip nosyonu”nu açmak yerinde olacaktır.
Althusser’e göre ideoloji öznelerin gerçek varoluşlarıyla hayali ilişkilerinin temsilidir. Althusser altyapının üstyapıyı belirlemede etkili ve gerekli olduğunu söylerken, böyle bir belirlenimin yetersiz olduğuna da işaret eder.  Böylece üstyapıya görece bir özerklik atfeder.
Althusser’e göre ekonomi-siyaset ve ideoloji bir piramit gibi düşünülebilir. Ekonomi piramidin en altındadır. Üstünde ise politika ve siyaset yer almaktadır. İşte bu iki nosyon son kertede ekonomik belirlenip altında olsalar da bütünüyle onun belirlenimi altında oldukları söylenemez.  
Althusser’e göre ideolojik bilgi yanlıştır. Öznelerin kendi kendilerine deneyimlediklerini sandıkları, oysa ki yapı tarafından belirlenmiş bir bilgidir. Bu nedenle Althusser’in bakış açısının antihümanist olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.
Yapısalcı yaklaşım Althusser’in bu kavramsallaştırmasından yola çıkarak yüzeyde görülen çoklu anlamların altında yatan derin ve sabit yapıyı arar. Dilin kuralları buna örnektir. Yaklaşımın temsilcilerinden Ferdinand de Saussure, bunu şöyle açıklar: “Dilin kuralları kültüre ve tarihe göre değişiklik gösterse de altında yatan sabit bir yapı vardır. Bir satranç tahtası mermerden ya da tahtadan, hatta plastikten yapılabilir. Ama oyunun kuralları sabittir.” Levi Straus da mitler üzerinde yaptığı araştırmasında karşıtlıkların her devirde (yaban insanında da modern dönemde de) bulunmasına dikkat çekerek, sabit kalan anlam yapılarına dikkat çekmiştir. Görüldüğü üzere bu yaklaşımda anlam kapalıdır.
Yapısalcı yaklaşım kültürel pratikleri tarihsizleştirici ve eşsüremli olarak ele aldığı için, evrimci ve artsüremli olarak görmediği için eleştirilir. Okurun anlam üretme becerisi bu yaklaşımda hiçe sayılmaktadır. Dil indirgemeci doğası, kültürü öznenin pratiklerinden soyut bir düzleme yerleştirmesi ve iktidar kavramını yok sayması da diğer eleştiri noktaları olarak karşımıza çıkmaktadır.


e)      Postyapısalcılık
Yapısalcılığın dil belirlenimci doğasına bir tepki olarak doğan postyapısalcı yaklaşım, ilgiyi gösterenden gösterilene kaydırmıştır. Doğrunun göreceliliği ve öznenin tutarsızlığı bu yaklaşımın temel argümanları arasında sayılabilir. Anlam çokludur. Öznenin metinle karşılaştığı her zaman diliminde farklı farklı kurulur. Çok yönlü ve dağınık bir özne vardır. Bu yaklaşım her türlü belirlemeciliğe karşıdır. Yapısalcıların yaratıcı özneyi yapıyla kuşatan anlayışına karşı bizzat yapının kendisine yönelik bir hücum geliştirirler. Metinlerarasılık kavramıyla bir metnin anlamının ancak diğer metinlerle ilişkisi ile anlaşılabileceğini belirtir.
Foucault’a göre iktidar her yerdedir. Ancak onun bu savı, iktidarın parçalı olduğunu savunan liberallerin görüşlerine yakın bulunur. Kültürün ve ideolojinin soy kütüğü yöntemi ile analiz edilmesini öngörür. Bu anlayış tarihsel bir geri gidiştir. Ancak klasik tarih anlatısından farklı olarak yerleşik yapıların hepsini yıkmayı öngörür. Derrida’nın yapıbozum anlayışı da bu yönteme benzer bir biçimde yapısalcıların yapıda sahip olduğuna inandıkları her türlü öğenin bozulmasını öngörür. Postyapısalcı çalışmalar özneye bir oluş alanı açmaları açısından son derece önemlidir. Anlam açıktır ve yapıya sabitlenemez.  Öznenin her bir okumasında, her bir farklı tarih diliminde oluşturulmasında değişiklik gösterir.
Yeni iletişim teknolojileri ile birlikte, medya metinlerinin anlamın üreticisinin belirlediği biçimde başlangıç ve sonu belli, hiyerarşik bir okuma pratiği yerine; okurun daha aktif ve seçmeli okumasına olanak veren hipermetin yapılarıyla kurulduğu düşünüldüğünde, postyapısalcı çalışmaların ilerleyen dönemde artan bir ilgiye maruz kalabilecekleri tahmin edilmektedir. Sabit bir yöntemsel tutarlılıktan yoksun olmaları ise, eleştiri nedenidir.