17 Ocak 2011 Pazartesi

ÖYKÜ MEZARLIĞI

Patika Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi, sayı:54, Temmuz-Ağustos-Eylül 2006.

Sen beni hiç anlamazsın... Erkek olduğum için acımasızca davranırsın bana. Karımın tarafını tutarsın. Biricik hayat arkadaşını, çocuklarını, evini ve en yakın arkadaşını bırakıp meçhule giden; korkak bir öykü kahramanı olarak betimlersin beni. Hatta bir kahraman  olarak bile kabul etmez:  “Hakkında yazmaya bile değmeyecek nankör bir ucube” dersin benden için...

Cesur olduğumu kabul etmek istemezsin. En kötü günlerimde omzunda ağladığım, dünyanın en mükemmel kadınını bırakıp gitmenin nasıl bir cesaret olduğunu bilemezsin. Melek kadar saf ve tertemiz kızlarımın bir daha bana: “Baba!” diye seslenemeyecek olmalarını bilmenin, kalbimi nasıl yaktığını hissedemezsin.

Her gün onların akıbetini nasıl da kurguluyorum oysa... Geceleri üstlerini örtüp örtmediklerini, ardımdan çok fazla göz yaşı döküp dökmediklerini, en ufacık bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını, milyon kere geçiriyorum beynimden. Onların göz yaşlarını yastıklara akıtmaya hakkı var; benim yok! Ben göz yaşlarımı kalbime akıtıyorum nicedir... Hasret çekmeye hiç hakkım olmadığı halde hasret çekiyorum. Gittiğimi sanıyor, aslında sonsuza dek onlarla kalıyorum.

Haftada bir gün iki tek attığım Rıfat’ı, en yakın dostumu, görememenin; onunla dertleşememenin beni patlamaya hazır saatli bir bombaya döndürdüğünü göz ardı edersin. Ne vefasız bir adam olduğumu cümle aleme anlatmaktır niyetin.

İçtiğim sigaradan yakınır, tiryakiliğimden söz edersin okurlara. Ne zaman ve nerede sigara içmeye başladığımı nereden bileceksin ki... Karımın geçirdiği korkunç bir trafik kazası sonrası yoğun bakım ünitesinin camından ona el salladığım, hayatımın en katlanılmaz  günlerinde başladım sigaraya. En yenik olduğum anda sigaradan başka dostum yoktu. “Marifet sanki... Rıfat ne güne duruyor?” diyorsun demek! Rıfat’ı henüz tanımıyordum o zamanlar. Bana yabancı bu koca şehre meydan okuyacak gücüm yoktu.

Sana göre ustaca kurgulanıp, mutlaka kaleme alınması gereken bir gecede karımı ve ona dair olanları acımasızca silişimdir. Tek bir yakınım olmayan bu şehre gelirken, tanıdık tüm sokak taşlarını karım için sildiğim geceyi, örtbas edersin. Karım için terk ettiklerimi kabul edersin de karımı terk edişime isyan edersin. 

Senin sözcüklerin benim kahredici pişmanlığımı anlatmaya yetmez. Kalmaya karar verdiğim öyküler yazmayı da beceremezsin. İtiraf ediyorum işte: Ne geride kalanlara, ne de kendime merhem olmadı bu gidiş. Her şeyden kaçmışken, çıkmaz bir sokakta geçmişle hesaplaşıyorum günlerdir.

Bir de sen... Sen yok musun sen! Mücadele etmemekle suçluyorsun beni. İhanete eş bir suç işlemişim gibi hüküm giydiriyorsun bana.  Payıma düşen yalnızlığı yaşamak zorunda bırakıp; yokmuşum gibi davranarak cezalandırıyorsun.

Demek karımın tüm sorularına kayıtsız kalan, duyarsız adamın tekiyim, öyle mi? Dur da anlatayım nedenini öyleyse: İnsanoğlu her şeyi değiştirme gücüne sahiptir bilir misin? Kolundaki saati, oturduğu evi, bindiği otomobili ve kıyafetlerini… Hatta cinsiyetini, vatandaşı olduğu ülkeyi ve sahip olduğu ideolojiyi… Bir tek ona mevcudiyet kazandıran ana babasıyla aralarında kan bağı olan kardeşlerini değiştiremez. Ben de değiştiremedim ama terk ettim. Neden sevmediler benim gibi karımı? Neden ailemizden biri olsun istemediler? Bilemedim... Babam “Bu iş olmaz.” dedi; ben itiraz edemedim. Bir tercih yapmam gerekti; karım için ailemden vazgeçtim.

Geçmişle hesaplaşmadan şimdiyi yaşadım yıllarca. Sol yanım hep eksik kaldı. Karım ne yaptı biliyor musun? Ne zaman içimde ailemle yüzleşmeye dair bir cesaret alevlense, ateşin üstüne bir kova su döktü. Sönmeye yüz tutan cesaret közleri mutluluğumuzu yaktı sonra! Hesaplaşmadığım geçmişim ailemken karım oldu… Artık gücüm yok. Yaşadığım tüm ayrılıkların yükünü sırtlanmaktan tükendim. Hiç bir prize uymayan bir fişim sanki.
           
En çok da neye üzülürüm bilir misin? Beni ayyaş diye yazarsın da, birlikte demlendiğim Rıfat’ı öve öve bitiremezsin. Benim bıraktıklarıma sahip çıktığını söylersin sözcükler boyunca... Karım ona varmakta hiç günah işlememiştir sana göre.

Gidenler bekleneceklerini umarlar oysa. Hiç gelmeyecekmiş gibi veda etseler de bekleneceklerini umarlar. Döndüklerinde her şeyin sorgusuz sualsiz, kaldıkları yerden devam edeceğine inanırlar. Sorgulayan gözlerden, imalı sözlerden tiksinirler. Verilecek hiçbir hesabın,  vicdan azabından daha ağır olamayacağını okurların bilmeye hakkı yok! Öyle mi?

Karımın yaşadığı acıları, güçlükleri ve çocuklarımın bir şey hissetmemesi için verdiği mücadeleyi herkes bilmelidir de, benim onsuz bir şehirde onunla verdiğim mücadeleyi kimsenin bilmesine gerek yoktur.

Onun Rıfat’a varmasını meşrulaştırmaktadır senin görevin. Sen, karım ve Rıfat’ın kol kola yürüdükleri yeni yaşamı yazarak öyküne son noktayı koyduğun zaman ben ölürüm. Senin ve okurların istediği gibi öykü mezarlığına gömülürüm usulca.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder